17 Ocak 2010 Pazar

YALANCI AYRILIK



yoksun... umurumda bile değil
başucumda resmin hala duruyor.
yoksun... defterimdeki yazın hiç silinmedi.
eşiğimdeki ayak izin, hergün gelişin,
gözlerimce gidişin hiç bilinmedi.

varsın böyle geçsin yabancı günler,
varsın canımı yaksın yine yalnızlık.
seninle doluyken baktığım dünler,
yıkar mı sandın beni bu yalancı ayrılık.

yoksun... umurumda bile değil
dudağımda adın şiir oluyor.
yoksun... ezberimdeki sevdan hiç okunmadı.
eşiğimdeki ayak izin, hergün gelişin,
yüreğime gidişin hiç dokunmadı.

varsın böyle geçsin yalancı günler,
varsın canımı alsın yine yalnızlık.
kokunu verirken vazomda güller,
yıkar mı sandın beni bu yalancı ayrılık.

12 Ocak 2010 Salı

HANİ OLUR DA



olmaz da, hani belki olur diye not alıyorum. lazım olur belki tarih.

10 Ocak 2010 Pazar

A TOUT LE MONDE - SERBEST ÇEVİRİ



dave mustaine - a tout le monde - 1994

neredeydim hatırlamıyorum,
anladığımda hayatın bir oyun olduğunu.
işleri ciddiye aldıkça ben,
kurallar daha da zorlaşıyordu.

değerim neydi, bir fikrim yoktu,
hayatım gözlerimin önünden geçti.
anladım ne de az başardığımı,
tüm hayallerim suya düştü.

işte bunları okurken bilin ki dostlarım,
isterdim ben sizlerle kalmayı.
tebessüm edin lütfen aklınıza geldiğimde
giden sadece bedenim, hepsi bu.

tüm dünya, tüm arkadaşlarım,
seviyorum hepinizi ama gitmek gerekiyor.
bunlar edip edeceğim son sözlerim.
sonsuz uyku beni bekliyor...

yaşıyor olsaydı eğer kalbim,
biliyorum ki kırılırdı.
hatıralarım seninle gitti
söyleyecek bir şeyim kalmadı.

çekip gitmek kolaydır,
arkada bıraktığındır zor olan.
bilirsin ki uyuyanlar acı çekmez,
hayattakilerdir korkan.

7 Ocak 2010 Perşembe

GALATASARAY - FENERBAHÇE FARKI



evet galatasaray ve fenerbahçe farkı. hayır bir sidik yarışı değil bu. gerizekalı fenerbahçe taraftarının, "en büyük biziz" hezeyanına bir iki çomak sokasım geldi. çok objektif ve belgelerden ibaret bir karşılaştırma yapacağım şimdi, sıkı durun. aslında fenerbahçe taraftarını, bu ajdar sendromuyla başbaşa bırakıp, bu konuya hiç kafa yormayabilirdim ama dedim ya; yorasım geldi.

öncelikle; bu iş tamamen kişisel sevgiden ibaret. bir fenerbahçeli için en büyük fenerbahçedir, bir galatasaraylı için ise en büyük galatasaray. pek tabi bir karşıyakalı için de, dünyada onlardan büyüğü yoktur. burası böyle.

ama şöyle bir şey var ki, büyük fenerbahçe taraftarı, asla bir galatasaraylı'nın olduğu kadar mutlu olamadın sen. senin yaşayıp da, bir galatasaraylı'nın yaşayamadığı hiç bir mutluluk yokken, bir galatasaraylı'nın yaşayıp da senin yaşayamadığın bir sürü mutluluk var. sen en büyük sevincini şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynayarak yaşadın. galatasaray taraftarı bunu 2 kere yaşadı. galatasaray taraftarı, 2 kez olmak üzere, avrupa şampiyonluğu tadarken, sen sıkıntından, hıncından duvarları yumrukladın. bunu da "sevinmek için sevmedik" gibi bir beyin mastürbasyonuyla örtmek istedin ama, her yıl galatasaray maçlarını iple çektin. zira eğer galatasaray'ı yenersen, bütün seneyi mutlu geçirmek için ihtiyacın olan keyfe sahip olacaktın. oldun da.

bu eziklik seni gitgide insanlıktan çıkarttı. futbola normal insanlar gibi bir eğlence aracı olarak bakamaz hale geldin. zira bu hırs seni delirtti. kendi futbolcunu dövdün. türkiye tarihinin en iyi oyuncusu dediğin kaptanını yuhaladın, küfürler ettin. yöneticilerinin gözü döndü. eşi benzeri gözükmemiş paralara, dünya yıldızları getirdiler. ortega ve anelka gibi, fantastik adamlar türkiye'ye geldi. ruh ve takım ahengi gibi, futbolda başarının iki ana ihtiyacına asla sahip olamadın. hırsın öfkeye döndü. ne sen takımını sevdin, ne futbolcuların takımı.

bir kaç kısa kıvılcım haricinde, son 10 yıl içerisinde hiç bir futbolcun sahada seni temsil etmedi. az biraz tuncay ve karısına küfürler yağdırdıp, tekme tokat dövdüğün rüştü dışında hiç bir bayrak adamın olmadı. oysa galatasaray taraftarının, sahaya baktığında kendisini gördüğü 10'larca adamı oldu. şükür, arif, mondragon, arda, sabri... bu adamların kazandığı paralara galatasaray taraftarı hep; "helal olsun" derken, sen saçma sapan paralar kazanan oyuncularına; "aldığınız paralar haram olsun" dedin.




hırs ve öfke, seni, alex'i, hagi ile kıyaslayacak kadar şaşırtacak hale geldi sevgili fenerbahçe taraftarı. "olum mal mısınız lan, hagi ve alex..." dedik, "ama istatistikler" dedin. hatta durumun o kadar vahimdi ki, alex'in istatistiklerini, maradona'yla kıyaslayıp, "alex maradona'dan da daha iyi" dedin.

futbol artık futbol değil, bildiğin sidik yarışıydı senin için. galatasaray'ın dünya çapındaki somut başarılarına karşı, fenerbahçe kırmak üzereyken tanımlanan rekorları çıkarttın. "kendi evinde en uzun süre maç kazanan türk takımı" diye bir rekor icat ettin. bi hazırlık maçını kaybedince de, bu rekorun başına; "resmi maçlarda" ibaresini koydun. galatasaray'ın avrupadan kazandığı paraların karşısına; "fenerbahçe bir gecede 5 milyon 325 bin euro toplayarak bir rekora daha imza attı" gibi ilginç bir rekor attın. galatasaray kupa kazandı, sen; "avrupa kupalarında grubunu birinci sırada bitirerek bir üst tura geçen il türk takımı olma ünvanı" bizde dedin. galatasaray dünya klüpler sıralamasında 1. oldu, sen "dünyanın en zengin kulüpleri listesine aday olan ilk türk takımı fenerbahçe" dedin. çok çektin fenerbahçe taraftarı çooook. tüm bunlar senin beyninde telafisi namümkün hasarlara yol açtı. o hasalar da, bu tip hezeyanlara.

işte böyle büyük fenerbahçe taraftarı. yen komplekslerini, bırak sidik yarışını, git takımını sev. nefret etme, sev. sadece sev. fena takım değil fenerbahçe. kasımpaşaspor'a bile aşıklar varken, fenerbahçe'ye aşık olman yadırganmaz korkma. ama bırak bu beyin mastürbasyonunu. komik oluyorsun. zira karşımda saygı duyacağım rakip istiyorum ben. ibre yavaş yavaş beşiktaş'a kayıyor bende...

ÜŞÜRSÜN

İNGİLİZCE AKSANLARI



abla iyi iş çıkarmış. favorim cockney.

Bİ SİKTİRİN GİDİN ARTIK LAN




derya büyükuncu. tam 5 kez olimpiyatlara, 563289 kez de çeşitli şampiyonlara katıldı. tek başarısı dandik bir şampiyonada bronz madalya. 20 yıl, evet "yirmi yıl" olimpiyatlara katıl, hiç bir derece yapama, sonra çık; "ben yüzme sporunun efsanesiyim ama bana kimse sahip çıkmıyor" de. lan mal, 5 olimpiyat'ta sana harcanan parayı repoya koysak, dış borcumuzun yarısı erirdi. hangi sahip çıkmadan bahsediyorsun hala lan?




kemal merkit. dakar rallisi'ne kaçıncı kez katıldığı hakkında tek bilgim şu; dakar'ı bildim bileli, bizi bu adam temsil ediyor. her yıl kendisine, akşam haberlerinde; "ülkemizi dakar rallisi'nde temsil eden kemal merkit, 247 yarışmacı arasında 246. sırada bulunuyor." tarzında yer ediniyor. tamam birinci ol demiyoruz da, madem son sıradan kurtulamıyorsun bunca yıldır, bırak da başkası gitsin lan senin yerine.




jason tahincioğlu. babadan torpilli bu herif, bir on yıldır; "türkiye'nin gelecekteki f1 pilotu" titriyle şişirilmekte. jordan takımının test pilotu olabilmekten başka bir başarısı yoktur. bunun da adı, spor haberlerinde; "katıldığı yarışta 24. gelen jason tahincioğlu" diye geçer. aratın bi google'da, göreceksiniz ne demek istediğimi.

nefret ediyorum bu 3 adamdan.

BÜTÜN ALIŞKANLIKLARDAN ÖTEYE



BRUTALITY



icat diye ben buna derim. 2pac'ın "burn motherfucker you deserve to die" sözü tam da bu duruma göre yazılmış...

sahi Nuh... tamam, ekolojik denge, besin zinciri, falan filan da, sivrisinekleri almayaydın bari lan. emin ol sivrisineksiz bi dünya çok daha güzel olurdu.

ROBERT KNEPPER as THEODORE "T-BAG" BAGWELL



kötü adamlar tarihinin belki de en rahatsız edici adamı. fox river'daki lakabıyla "t-bag". bir babanın, öz kızına tecavüzünden doğan, sapık bir psikopat. robert knepper kişisi bu rolün, bu denli etkili olmasında bence senaristlerin ona giydirdiği rollerden daha etkili zira bu karakteri bir başkası oynasa, bugünkü etkinin yarısını bile yaratamazdı.

neyse. öğretmeninin evini ateşe vermesiyle başladığı suç hayatında, hayvanlara eziyet, çocuk tecavüzleri (6 tane), cinayet, hırsızlık gibi hayvanlıklar mevcut. fox river'daki suçları ise buraya yazılacak kadar kısa değil. abruzzi reisin boğazını kesmesi ve Fox River'a gelen her çaylağa cebini tutturması aklıma ilk gelenler.


küçük kardeş Scofield'tan sonra, dizideki en zeki eleman buydu. ilk kaçışta, kaçış ekibinin kendisini yarı yolda bırakacağını anladığında, kendisini kaçışın en önemli adamı abruzzi'ye kelepçeleyip, kelepçenin anahtarlarını yutmuş, "ehehehee kolaysa şimdi bırakın beni amına koduklarım" deyip o hiç unutamadığım orgazmik gülüşü atmıştır. sonra bu hareket onun elini kaybetmesiyle son bulsa da çıkış noktasını beğenmiştim. utah'ta gömülü parayı herkesin gözleri önünde yürütmesi, sona'daki yönetimle iki günde kanka olması, isyan sonrası yaptığı sosyalist konuşma, o çok meşhur "kuş kitabını" çalması, cole pfeiffer günleri falan. hepsi birer efsane benim gözümde. ama öyle bir sahnesi vardır ki kendisinin, bütün bunlar bir yana, bu sahne bir yana. panama'dan beraber kaçtığı şişman elemanı, çölde açlıktan ölmeme adına, başını taşla ezip öldürdükten sonra pişirip yemesi, bilgisayar başında kusmama neden oluyordu. hiç bu kadar etkin bir şekilde midemin bulandığını hatırlamıyorum...



popülist senaristler, topluma şirin gözükmek adına, dizinin sonunda onu sonsuza dek hapiste bıraksa da, dizinin en sevilen karakterlerinden birisiydi kendisi. zaten robert knepper da bu diziden sonra piyasasını arttırdı ve 5. sınıf televizyon filmlerinden 2. sınıf aksiyon filmlerine teşrif etti.

ilk sezondaki o malum havalandırmanın arızalanmasıyla çıkan isyanda yaptığı müthiş espriyle bitiriyorum:

bütün Fox River, havasızlıktan ve sıcaktan bayılmak üzere. isyan çıkmış, gardiyan falan rehin almış mahkumlar. o derece. hapishane yetkililerinden birisi, pazarlık yapmak için mahkumların yanına iner ve durumun o kadar da kötü olmadığını falan söyler. o sırada t-bag, siyah bir mahkumu göstererek:

- sıcak değil mi? sıcak değil mi? dostum, bu gördüğün siyah adam, dün sabah bembeyazdı. sıcaktan bu renge geldi!

WHISKEY IN THE JAR - SERBEST ÇEVİRİ



irish folk - whiskey in the jar - ?

gezinirken Cork ve Kerry dağlarında
Yüzbaşı Farrel'ı gördüm sayarken paralarını
önce tabancamı hazırladım, sonra kılıcımı
ver bakalım dedim şunları, yoksa seytan alacak canını.

aldım bütün parasını, çokça penniydi.
aldım hepsini, eve, Molly'ye getirdim.
yeminler etmişti beni sevdiğine, asla bırakmayacaktı
ama seytan girdi aklına, kandırdı haspa beni.



musha ring dum a doo dum a da
bu vuruş babam için
bu vuruş babam için
bardakta viski var!

sarhoş ve dolu, Molly'nin evine gittim
para da yanımdaydı ama tehlikeyi bilemedim
altı yedi falandı ki, yüzbaşı farrel girdi içeri
sıçradım ve ateş ettim, iki namnumla indirdim onu!



musha ring dum a doo dum a da
bu vuruş babam için
bu vuruş babam için
bardakta viski var!

şimdi bak; bazı herifler balık tutmayı, bazıları ise kuş avlamayı sever.
ve de bazıları duymayı sever, top atışı duymayı.
ben? ben uyumayı severim, hele ki Molly'min odasında
ama hapisteyim işte, buradayım, ayağımda bir prangayla.

4 Ocak 2010 Pazartesi

COCAINE BLUES - SERBEST ÇEVİRİ



johnny cash - cocaine blues - 1948

bir sabah erkenden, silahımı doldururken,
çektim kokaini, indirdim karıyı.
doğruca evime gittim ve vurdum kafayı,
canım 44'lüğüm yastığımın altında...

uyandım ertesi sabah, aldım silahımı elime,
kaçıp uzaklara gitmeden önce, vurdum yine kendimi kokaine.
kaçmasına kaçtım da, ağır takılmış olmalıyım,
Juarez Meksika'da enselendim polise.

Jericho şerifi geldi elinde haplarıyla,
"Willy lee" dedi lan senin adın, "Jack Brown değil",
"o karısını vuran yavşak sensin!"

"evet" dedim, "evet amına koyim, Willy Lee benim."
"arama izniniz varsa hele bi okuyun da göreyim.
"vurdum öldürdüm kaltağı, çünkü beni yavaşlatıyordu."
"kocası ben sanıyordum ama 5 kişiyle daha yatıyordu."

tutuklandığımda siyah bir kıyafet giydirdiler.
koydular beni bir trene, yurda kadar eşlik ettiler.
kimsem de yoktu ki tazminatımı ödemeye
attılar ölü bedenimi karanlık nezarethaneye.

ertesi sabah 9.30 gibi, şerifi gördüm koridorda
öksürdü, boğazını temizledi ve konuştu;
yürü bakalım adi herif,
eyalet mahkemesine!

girdik mahkeme salonuna, başladı duruşma
12 adil ve dürüst adamın karşısında!
daha jüri lafa girmemişti ki,
tıfıl yargıç başladı etrafına bakınmaya.

5 dakika sonra, görevli yerinden kalktı
sağ elinde kalın mahkeme kararı.
okurken elindeki kağıdı, hevesle,
acı bana allahım dedim, bari son nefeste.

gülümsedi yargıç, aldı kalemini;
"99 yıl, hem de Folsom Cezaevi!"
99 yıl mapus damlarında?
o adi kaltağı vurduğum gün hala aklımda!


şimdi dinleyin beni canlar;
siktir edin viskiyi,
siz yine vurun kokaini!

KONGÜRÜCÜLEYŞINS



benim için müthiş bir süzgeç işlevi görüyor bu kadın. kendisini okuduğunu söyleyen insanları, hiç tanıma gereği duymadan direkt mallar listeme alıyorum. o derece kilit bir rol oynuyor hayatımda. müthiş zaman kazandırıyor bana.

güzel desen güzel değil. yazıyo desen, yazamıyo da. gerçi sorgulamıyorum artık. "hürriyet" deyip geçiyorum. yılmaz özdil, ertuğrul özkök, ayşe arman gibi troller sıkıyor beni.

THE "WHISKEY IN THE JAR" FRANCHISE



METALLICA

ANDREW LARGEMAN



- "seninleyken, kendimi güvende hissediyorum. sanki evimdeymişim gibi."

2 Ocak 2010 Cumartesi

LUCID DREAMING



yapmayın... etmeyin...

uğruna çok okudum, çok emek verdim, çok sabrettim. tam; "sikerim lan kolpa bu olay" deyip, umudumu yitirmişken, 6. ayda bana "cöö" yaptı.

sıradan bir haftaiçi gecesiydi. yatağa girdim. bir 10 dakika falan rıdvan dilmen & güntekin onay geyiği dinledikten sonra, hafiften uykuya dalar gibi oldum. rıdvan'ın klişe yorumları eşliğinde sağa sola kıvranırken yatakta, açık olan pencereden içeri giren adamın soluk alma sesiyle irkildim. evet, adamın birisi penceremden (4. kattayım) odama girdi. bildiğin girdi lan. ellerini gördüm önce. sonra büyük bi gayretle bütün vücudunu içeri çekti. nasuh mahruki sanki amına kodumun oğlu. ben olayın rüya olmadığının o kadar farkındayım ki, taaa çocukluktan beri kurguladığım; "eğer bir gün eve hırsız girerse, uyuma numarası yapmak en mantıklısı" planını uygulamaya soktum. hareketsiz bir şekilde uyuyormuşculuk oynamaya devam ettim. eleman odada bir süre anlamsız bir şekilde dolandı ve ben onu izledim. bildiğin izledim lan! first person shooter oyunlarda, "c" ye basar, adamını kuşbakışı izlersin ya, ha işte öyle. eleman odamı tavaf ediyor, ben onu izliyorum. kötü korkuyorum. o an yatağımla gözgöze gelip, yatağımın boş olduğunu görünce kanım donuyor ve muhtemelen beynim, anasını sikmeme daha fazla dayanamayacak oluyor ki; uyanıyorum.

evet ilk tecrübem böyleydi. muhtemelen zihnimin şahit olduğu en büyük korku buydu. oysa bu halta ilgi duymamın nedeni uçma duygusuydu. okuduğum bir çok lucid dreaming tecrübesinde uçmanın verdiği o tabiri imkansız hissi tatma hevesi vardı. elimde patladı bir nevi...

ikinci ve bu yazıyı yazmama sebebiyet veren deneyimi ise dün yaşadım.

şartlanma bu haltın ilk maddesidir. oysa dün gece (sabah) yatağa girdiğimde lucid dreaming ile ilgili hiç bir şey düşünmedim ki ara ara istem dışı aklıma gelse de, ilk tecrübeden sonra bir daha asla ve asla şartlanmadım. sabah 5,30 falandı. yatağa girdim. uyudum. burnuma gelen burberry tender ile afalladım. o kadar yoğun alıyordum ki kokuyu... doğruldum ve kalktım. eski sevgilimle burun burunayım...

şimdi bu anlatmaya çalışıp da anlatamayacağım şeyi ancak long distance relationship tecrübe etmiş olanlar bilir. hani dışarda yürürken, aniden bi yere bakar ve onu orda görme paranoyası yaşarsın ya, bu o işte. başka bir ülkedeki sevdiğin, sen gayet yolda yürürken, birden karşına çıkıyor. anlatmak namümkün. anlamak da... o yüzden yazmıyorum.

kendi isteğimle bitirdiğim, ara ara tebessümle andığım, hala daha çok sevdiğim, kiminle olursa olsun, mutlu olsun diye temennide bulunduğum bu kişi, 2 gündür beni kanatıyor. ciddi canım acıyor. bitmişti herşey. gayet cooldum. olgun bi tebessümle anıyordum aklıma geldikçe. ama işte canlı kanlı gördüm. kokusunu aldım. her şey başa döndü.

bilimkurgu filmlerinin sonunda, dış ses çıkar ve; "insan zihni, denek olarak kullanmak için fazla tehlikelidir" minvalinde bir şeyler söyler ya hani. öyle söylemek istiyorum ben de.

bulaşmayın.