
- “Acıtıyor mu hala” diye sordu.
- “Yok ya acıtmak değil” dedi. Çocukluğuna dair güzel bir anı hatırlar da o anı tekrar yaşayamayacağının kabullenmişliğiyle, tebessüm edip, iç çekersin ya, öyle hissediyorum işte aklıma geldikçe...
- Nedir hatırladıkların peki?
- Detaylar… Sadece detaylar geliyor gözümün önüne.
- Nasıl detaylar?
- Gayet basit, anlamsız, önemsiz detaylar… Gri lacivert spor ayakkabıları mesela... Gitmesinin ardından aynını kendime aldığım kot pantolon ya da… Tırnaklarının ince gözükmesi için, oje sürerken, yanlardaki oval kısımları çıplak bırakması gibi, benden başka kimseye bir şey ifade etmeyen detaylar...
- Hmmm. Anlıyorum.
- Biraz önce koymuyor dedim ya, şimdi böyle birisine anlatınca özler gibi oldum sanki. Kokusu geldi birden burnuma.
- Konuşmayalım üzüyorsa...
- Yok ya iyi geldi anlatmak. Üzülmek değil zaten bu. İlk başta dediğim gibi, özlem sadece. 4 yaşındayken, seni en çok mutlu eden oyuncağa, bugün yine dokunmak istemenden çok da farklı değil.
- Alışık olduğumuz, filmlerdeki aşk hikayelerine benzemiyor o zaman.
- Filmlerdeki aşk hikayeleri?
- Bilmem. Sweet November mesela. Gerçi öyle bir son sezmedim ben anlattıklarından. Ya da Leon. İmkansız aşk havaları gibisinden?
- Hayır. Kötü bitmedi. İnsanların çok fantastik bulduğu “severek ayrılma” durumu söz konusuydu. İlla bir filme benzeteceksek, gayet sıradan bir ilişki, hakim olan gri ton ve son sarılmanın havaalanında olmasından dolayı, Garden State diyebiliriz. Tek bir fark var tabi, ne ben bir telefon klübesinde herkesten gizli ağlıyordum ne de o uçağı terk edip yanıma gelmişti.
- Orda sona erdi öyle mi?
- Evet.
- Öylece.
- Öylece.
- Bi daha gö…
- Hayır. İkincisi çekilmeyen bir filmin sonu gibi bitti. Ama “mutlu son”, “mutsuz son” derdi gütmeyen bir filmin sonu gibi. Biten bir hikaye, fon müziği eşliğinde akan “oyuncular” ve “teşekkürler” yazıları ve fade out ile yavaşça siyaha düşen bir son. Son işte.
- Bitti gitti yani.
- Bitti gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder