10 Ağustos 2010 Salı

KANSERE SİKTİR ÇEKEN ADAM



Bogdan Tanjevic... Eminim bir çoğunun aklına, karakteristik soyadından dolayı, "Yugoslav bir adam" düşüncesi dışında bir şey getirmiyor bu isim. Ama başta ülkesi Karadağ, İtalya, Fransa, Sırbistan ve Türkiye olmak üzere basketbolla ilgilenen herkese, çok şey ifade ediyor.

1947, Karadağ doğumlu bu adam, gerçek bir Avrupa Basketbolu efsanesi. 2004'ten itibaren Basketbol Milli Takımımızı çalıştıran ve 2007'den itibaren de aynı zamanda Fenerbahçe Basketboltakımının da koçluğunu yapan bu adam, Türkiye'ye gelen nadir "en iyi"lerden biri. Nedir bu "en iyi"? 2004 yılında Milli Takımın başın geldiğinde, Avrupa'nın en iyi koçu dendiğinde bu adam geliyordu akla.Ki oydu zaten. İtalya Milli Takımını Avrupa Şampiyonu yapmış, Avrupa'nın en iyi liglerinde şampiyonluk görmüş bir adamdı. Şaka gibiydi ama geldi işte Türkiye'ye.



Sertti. Gülmüyordu. Oyuncularıyla arası iyi değildi. Basına röpörtaj vermiyordu. Kötü giyiniyordu... Aslında iyi bir insandı ama başarı için tavizsiz disipline tapıyordu ve de tüm despotluğu bundandı. Rocky'nin ihtiyar koçu Mickey gibiydi. Duygularını gizli yaşıyordu. Eski modaydı. Tüm Avrupalı koçlar Amerikan tarzı, şova ve hücuma dayalı oyun mantığını benimsemeye başlamışken, O, herkese inat, inandığı, hayat tarzı haline getirdiği "mücadele" huyundan asla vazgeçmiyor, Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Serkan Erdoğan gibi Avrupa Basketbolu'nun sayılı hücumcularının olduğu bir takımı, "savunma takımı" yapıyordu. Başarılı da oluyordu. 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda, NBA yıldızlarımız Hidayet ve Mehmet yokken, takımı Dünya 6.'sı yapıyordu. 2009 Avrupa Şampiyonası'nda ise 8. Kimine göre de başarısızdı.

5 ay önce, 2010 Mart ayında, kolon kanseri olduğunu açıkladı Tanjevic. Her ne kadar alışkın olsa da insanoğlu kanser haberine, şok olmadan edemiyor işte... Neyse, tedavisi gereği önce Milli Takım'daki görevine, sonrasında da Fenerbahçe'deki görevine ara verdiğini açıkladı... Kendisine olan antipati o kadar büyüktü ki, bu haberin ardından "oh" çekenler bile vardı. O derece kötü geliyordu bir çoğuna oynattığı oyun..



Hastalığını kabullenerek, çalışmalarını bırakıp, sessiz sedasız tedavisini görmeye karar verdi Tanjevic. Fenerbahçe Spor Klübü sözleşmesini fesh etme kararı aldı ve web sitesinin anasayfasından teşekkür ederek uğurladı koçunu. Çok daha derin bir bağa sahip olduğu Milli Takım yetkilileri ise, takımdan koparmaya yanaşmadı, 6 yıllık koçlarını. Türkiye'nin ev sahipliği yapacağı 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'da başımızda Tanjevic olacak dediler. Tedavi sürecinde, yerine, yardımcısı Nihat İziç bakacaktı. Baktı da. Derken, 2010 - 2011 sezonu için İtalyan devi Roma'dan Sportif Direktörlük teklifi geldi. Gördüğü üzere, hayat, kansere rağmen plan yapmasına, hayaller kurmasına izin veriyordu...

Fakat O'nun aklında ne kanser, ne Fenerbahçe'den "hastalığı yüzünden" gönderilişi ne de Roma'dan aldığı teklif vardı. Tek düşündüğü 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası idi. 6 yıldır, emek verdiği, yatırım yaptığı, başarısızlıklarını üstlendiği, Türkiye'nin altın jenerasyonu; Hido, Semih, Ömer, Kerem ve Ersan ile bu şampiyonayı kazanmak istiyordu ki gerek kadro gerekse de seyirci avantajıyla, Amerika'nın ardından, şampiyonanın en büyük adayıydı...

Önce doktorlarıyla, sonra federasyonla konuştu. "Tedavimi şampiyona sonrasına erteledim. Takımımın başındayım" dedi. Henüz kimse kanser şokunu atlatamamışken, tedavisini ertelemesinin verdiği ikinci şoka girdi.

Erken tanı ve erken tedaviden başka bir kurtuluşu olmayan bu illete karşı, tedavisini erteleyip, 6 yıllık emeğinin meyvelerini almayı seçti. Yaşama arzusu, kazanma hırsı, hayalleri ve hayatını adadığı basketbola olan aşkından dolayı... Belki de böyle bir fırsatı bir daha göremeyeceğini düşündü.



Şimdi ben bu yazıyı niye yazdım? Bu durumun, kanser denen ve başta tüm tıp dünyası olmak üzere bütün insanlığın ayıbı olan illete verilmiş; en fantastik, en sıradışı ve en "yaşam" dolu cevap olduğunu düşünüyorum. Milyonlarca insan kanseri yendiğini söylüyor zira tam yayılmamışsa vücuda bu illet, yenebiliyorsunuz onu. Ama bu başka türlü bir galibiyet. Geyik bir minibüs arkası yazısında der ya hani; "uçurumun kenarında da olsan, sırf ibneliğine gülümse" diye, işte aynen öyle bir durum bu. Ve istiyorum ki, bu adamın, onurlu, gururlu, cesur, hayat dolu mücadelesine, bu yazıyı okuyan herkes bir şekilde tanık olsun. Ailesine, dostlarına, sevdiklerine ızdırap, kendisine "hayat" veren bu karar; hayatın, yaşamanın değerini anlayamayanların, mutsuzluk ve umutsuzluktan ibaret karanlık dünyalarına doğan tünel ucu ışığı olsun.

Koçun vücudu bundan sonra ne kadarına dayanır bilmiyorum. 3 gün, 3 ay, 3 yıl, 30 yıl... Umrumda da değil. Zira yaşadıkları, yaşattıkları, başardıkları ve hayata karşı duruşuyla, bence yüzyıllar boyu yaşayan masal ve roman karakterleri kadar bir yeri hakediyor tarihte. Ya da tarihe koyayım, benim için daha şimdiden çok büyük bir yerdedir Bogdan Tanjevic.

2010 Avrupa Şampiyonası 29 Ağustos'ta başlıyor. Siktir edin basketbolu. İnsanlık tarihinin en iddialı yaşama sevinçlerinden birisine tanık olmak istiyorsanız, Basketbol Milli Takımımız'ın başındaki bu adamı takip edin. Artık eskisi kadar hoplayıp zıplamasına, kızmasına, bağırmasına izin vermese de hastalık, yine kenarda, Hido'ya ya da Keremler'den birine bağırırken görebilirsiniz bu bu tıknaz, ak saçlı ve de asabi adamı.

5 Ağustos 2010 Perşembe

YAZICAM TUTMAYIN



canım yazmak istiyor ama giriş, kurgu falan filan yoruyor beni. yaşasın kaos!

- gerizekalı insanlara tahammülüm var. ama kendini zeki sanan gerizekalılara yok. bir gün o da olur.

- narsisizmlerini kontrol edemeyen kalitesiz egoistler kendilerini öyle komik duruma sokuyorlar ki... sürekli bir şeyler bildiklerini gösterme çabalarını ellerinde patlattıktan sonra suratlarındaki ifadeyi görmek acayip mutlu ediyor beni.

- harry kewell güzel adam.

- reşitpaşa güzel yermiş. emirgan'a param yetmezse, reşitpaşa'da yaşayabilirim askerden sonra.

- shaq, celtic'e imza atmış.

- akustik ibanez'imi tamire verdim. çok cızırtı yapıyordu. sapı kaymış. "fazla ümitli olma ama düzeltebilirim" dedi.

- hayatımın en kötü cinsellik deneyimini, üfff, cinsellik deneyimi ne lan, sikiş işte onun adı. neyse, hayatımın en kötü seksini bu hafta yaşadım. çok kötüydü. amerikan filmlerinde tecavüze uğrayıp, hemen duşa koşan karılar gibi, duşa girdim ve bir süre hayatı sorguladım. ama bir yere varmadım. öyle mal mal düşündüm sadece.

- yalnızken arabada, deli deli sürmeyi seviyorum. küfrediyorlar arkamdan biliyorum ama küfür işte. bi kamyon etseler neren eksiliyor ki?

- saat 9.22 ve ben işteyim.

- patrona ne olduysa; "sen niye tatile gitmiyorsun" dedi bugün. "dalga mı geçiyosun, kaç kere izin istedim sen vermedin" dedim. "aaa öyle mi" dedi. hey allahım. neyse, önümüzdeki cuma konya'ya gidiyorum. 2 gün kalıp ablamlarla samsun'a taşınmalarına yardım ederim artık.

- sanki çirkin tırnaklı kadınlar da sevilebilir. bilmiyorum, karar vermedim henüz.

29 Temmuz 2010 Perşembe

SOYADI KALIP ve ALGORİTMALARI



İzlediğim ilk Dünya Kupası olan Amerika 94'te, Hollanda Milli Takımı'nın oyuncularının tamamına yakınının soyadında bulunan "van" ve "der" eklerinin, ne işe yaradığını merak ettiğim günden bugüne, ilgim var soyadlara. Özellikle de, İskandinav, Slav ve bazı Avrupa ülkelerindeki gibi, belirli bir algoritmaya sahip olanlara karşı.

1 seneye yakın, ara ara bu konu üzerinde okuyor ve araştırıyorum. Konu hakkında Türkçe kaynak yok diyebiliriz. Varsa da ben bulamadım. Ben bulamadıysam yoktur diyeceğim ama fazla narşist kaçacak. Yok işte, aaaaa!

Neyse, bu algoritma ve kalıpları öğrendikçe insan, önceden tanıdığı isimlere karşı; "aaaa lan bu herifin babasının adı buymuş" gibisinden cümleler kuruyor. Hatta işi biraz daha ileri götürüp; "şimdi bu karının kızı olursa, onun soyadı şu olacak" gibisinden çıkarımlar elde edebiliyor. Ben ettim, ordan biliyorum.

Radikal farklılıklar taşıyan bir kaç tanesini saymazsak, dünya üzerindeki soyadları 3 ana tür altında toplamak mümkün:

1 - Baba adına (Johnson),
2 - Mesleğe (Sawyer),
3 - Memlekete (Wennington)

atıfta bulunanlar...

Şimdi tek tek, ilgimi çeken ülkelerdeki bu algolaritmalardan, en temel olanları hakkında, bu bahsettiğim süreç içerisinde öğrendiklerimi yazacağım.


Rus Soyadları:

Rus soyadları, bilinen en eski ve en yaygın soyadı tekniği olan, İngilizler'in "patronym" dediği, Türkçe'ye "baba adını alma" gibisinden çevirebileceğimiz algoritmaya dayanıyor. Olayın, bizdeki "Tellioğlu Lütfü" ve "Seferoğlu Suphi"den hiç bir farkı yok lakin Rus dilindeki "eril" ve "dişil" farkından dolayı, olay erkek ve kadınlar için farklı seyrediyor. Şöyle ki:

Babasının adı Kaspar olan bir Rus delikanlısı; “Kasparov” soyadını alırken, aynı isimde babaya sahip olan o ipek tenli kızlar; “Kasparova” soyadını alıyor.
Rusya 200 milyona yakın insana, onlarca farklı etnik gruba sahip olduğundan, devasa sayıda soyadı algoritmasına sahip. Ben sadece en popüler olanını seçtim.



Hırvat, Boşnak, Sırp soyadları:

Tarihin sportif açıdan en fantastik voltranı; Yugoslavya'yı oluşturan bu milletlerin soyadlarında da patronym'ler başı çekiyor. Eril, dişil muhabbetleri bu grup için pek geçerli değil. İsimlerin ya da mesleklerin sonlarına "ic" ve "ovic" ekleri getirilerek, soyadı yapıyorlar. Şöyle ki:

Tarih boyunca savaşın eksik olmadığı bu coğrafyadaki en popüler meslek nalbantlık olduğundan, bu kelimenin, yerel dillerdeki karşılığı olan "kovac" kelimesi, bu milletlerdeki en popüler soyadların başında geliyor. “Kovacic”, “Kovacevic” gibi...



Leh soyadları

7-8 tane sessizin yan yana yazılabildiği, daha da inanılmazı bunun okunabildiği, gözü en çok yoran isimlere sahip olan bu dil için soyadlar da pek farklı değil. O çok meşhur "ski" eki aha işte bu millete ait. Bu ek, diğer örneklerde olduğu gibi "oğlu" anlamını taşımıyor. Aslında iyelik ekinden başka bir şey olmayan bu ek, o ailenin, asil(!) olduğunu belirtiyor. Şöyle ki:

“Fabianski” soyadına sahip birisinin, Polonya'nın Fabian(!) adındaki asil ailesinden olduğu anlaşılıyor. Lehler için de, eril, dişil durumu söz konusu. Dolayısıyla, hatunsa eğer bu kişi, “Fabianska” olarak çağırılıyor.

Soyadı seçebilme özgürlüğünden sonra, herkes kendini "ski" olarak görmek istediğinden, artık Polonya'da, bu ve bunun türevi eklerle bitmeyen bir soyadına sahip adam bulmak zor.



İskandinav soyadları

Dünyanın en güzel kadınlarına sahip bu grup için de patronym'ler uzak ara lider. İsveç'te bu ek "sson" iken Danimarka ve Norveç'te "sen". Şöyle ki:

İsveççe'de Eriksson, olan bir soyadı, Danca ve Norveççe'de Eriksen olarak hayat buluyor. Bu ülkelerdeki soyadlarında da, kadın erkek farkı gözükse de, bu bir kural değil.



Felemenk soyadları

Bu adamların soyadları eklerden ibaret. Van Gogh, Frank de Boer, Van der Saar gibi örneklerden aşina olduğumuz eklerin anlamları şu şekilde:
Van: Türkçe’deki “den” ekinden bir farkı yok. Yani şu ressam lavuğun soyadının (Van Gogh) Türkçe karşılığı; “Goghgillerden”e denk geliyor.

De: İngilizce’deki “the” eki. Bizde bir karşılığı yok. So that, örneği have to İngilizce’den vereceğim. Hani İngilizler lakablara, “the” ekini koyarlar ya; “Karl The Mailman” gibisinden. Ha bu da aynen öyle işte.
Der: Bunun da Van’dan pek farkı yok. Varsa da ben anlamadım. Bir anlayan bana anlatırsa sevinirim.



Grek ve Rum Soyadları

Ben bu heriflerin soyadlarını seviyorum. Öyle soyadları var ki bu adamlarda, kişinin adı ne olursa olsun, karizmayı tavan yaptırıyor. Diamantidis mesela. Bu herifi 2006 Avrupa Şampiyonası'nda duymuştum. Duyar duymaz bir toparlanmıştım koltukta. Düşünsene, semtte bi mevzu çıktı, direk Diamantidis'i ara, tamam. Korkar adamlar. Keza Karagounis ya da Nikopolidis. Bu adamların adı Abuzer olsa kaç yazar? Soyadların karizması yeter.
Neyse bu kadar geyik yeter. En sık kullanılan 2 Yunan Soyadı kalıbının hikayesi şöyle:

- akis: Giritli demek bu. Yani Georgakis soyadı; o kişinin dedesinin adının Georgo, memlektinin de Girit olduğunu bize söylüyor. Bu küçük bilgiden, büyün Yunanlılar'ın Girit'ten türediğine varabilir miyiz? Bence varamayız.
- poulos: Bu da küçük demek. Boyut anlamında değil ama, İngilizce’deki “Junior” gibi. Yani şu Kıprız'ın Rum tarafının uzlaşmaz başbakanı Papadopulos vardı ya öldü hani geçenlerde, işte o elemanın soyadı şu demek oluyor; Junior Papado.



Macar Soyadları

Macar deyince aklına salam gelenlerdenseniz, hiç Macar kızı tanımamışsınızdır. Bence dünyanın en seksi (güzel değil bak seksi) dişileri bu milletten çıkmadır.
Neyse. Macar soyadları için söyleyebilecek tek şey; bu ülkede ve dilde, soyadlar, addan önce yazılıyor.
Örn: Macar pornostar Brigitta Bulgari aslında ülkesinde Bulgari Brigitta deyü çağrılmakta. Bu hanım kızımızın gerçek adı bu değil tabi ama olsun.
Bu durum yabancı isimlerde uygulanmıyor. Yani John Doe, Doe John diye yazılmıyor.



İzlandalı soyadları

Eveeeet. İzlanda'ya geldik. Bir gün mutlaka gideceğime inandığım, masalsı insanların yaşadığı, dünyadan soyutlanmış, dünya hava trafiğinin bir süre amına koyan şu epik memlekete.
Bu insanların aslında soyadı alma gibi bir zorundalığı yok. Tamamen keyfe göre burada bu iş. Sistem de şöyle işliyor; erkekler baba adlarına “son” kadınlar ise “dottir” ekini ekliyor ve soyadı elde ediyor...
Örnek: Adı Gunnar olan bir elemanın Aron diye bir erkek ve Kristin diye bir kız çocuğu olursa bunları soyadları şöyle oluyor:
Aron Gunnarsson
Kristin Gunnarsdottir

Eveeet. İşte böyle. 4-5 aydır ara ara el attığım bu yazıyı tamamlayabildim için mutluyum. Ne işe yarayacak bilmemekle birlikte, çocukluktan beri ilgimi çeken bu konu hakkındaki meramımı gidermiş oldum. Mutluyum.


Son olarak, bazı ülkelerin, en çok kullanılan soyadlarıyla bitiriyorum:


Daniarmarka:Jensen

Yunanistan: Papadopoulos

Almanya: Müller

İrlanda: Murphy

İtalya: Rossi

Hollanda: De Jong

Norveç: Hansen

Rusya: Smirnov

İspanya: Garcia

İngiltere: Smith

Galler: Jones

Çin: Wang

İsrail: Cohen

Japonya: Sato

Kanada: Lee

A.B.D.: Smith

Arjantin: Gonzalez

27 Temmuz 2010 Salı

ŞİZOFRENİK ŞİİR DENEMELERİ 1




Kim taktı bu “dokunmayın” levhasını boynuma ki
Bu kadar acıkmışım ben dokunulmaya.
Aslında sevmezdim pek bu işi
Zira gıdıklanırdım baya.

Bu yukarıdaki dörtlüğün şekli silaha mı benziyor,
Yoksa yine takmıyor muyum gözlükleri mi?
“Mi burda ayrı yazılmaz”
Bozma duyguyu, yaz, siktirtme ebeni!

Pekala, ne diyorduk; yaş yirmi beş.
Yani; (yolun yarısı + 20 ) – (yolun yarısı x 2).
Hmmm, eksi çıkıyor bu işlemin sonu.
Lan yoksa ben hiç yaşamadım mı?

Yaşadım yaşadım.
Tarkan'ın “Unut Beni”si en çok bana dedikeyt edildiyse de, baya baya sevildim de.
Ama takmadım çok, zira “i said saçlar no” dedim!
İngilizce'yi bu yüzden hiç sevemedim.

Biliyor musun benim sevdiğim kızların adı hep güzeldi.
Lalala, lölölö, rerere, rarara...
Yaşadıklarım gerçekten özeldi.
Gassaray Gassaray Cimbombom!

Bu kıtada hece ölçüsünün amına koyacağım, üç bacaklı zenciler, Yao Ming, hepsi komplekse girecek, lakin saçmalamamak da istiyorum ama hayat da böyle güzel sanki, bir tarafın sadece sevmek isteyip, kalmak istiyor sadık, diğer tarafın diyor ki kalmaya bir hatun tatmadık!

Aslında bu yazıya şöyle başlayacaktım;
Kim taktı bu “dokunmayın” levhasını boynuma ki, dokunulmayı bu kadar özlemişim,
Tarihi eserleri koyarlar müzeye,
Ama ben daha yirmi beşim!

Ha şimdi dersen ki; abartıyorsun genç, yirmi birdi Mehmet, girerken Balat'tan,
“Old at heart but I am only 28” deyip, yapıştırırım cevabı en güzel ballad'dan!

Aslında Osmanlı'yı severim, koysalar da koca devletin adını Osman,
Ama Guns bu, Don't Cry, November Rain, Estranged falan…
Fatih mi döver Axl mi bilmem de,
Ajax'ın batmasının sebebidir Bosman!

Matematik 1'i etkisiz eleman saysa da,
Sonsuz olurdu 1 başına etkin hayatıma.
Matematik işte canım, çelişir öyle sürekli,
Söyle Pi'yi 3 mü alalım yoksa 22/7 mi?

Aslında seviyor muyum neyim lan ben seni,
Hiç sıkılmayız senle, yaparız öyle aklımıza eseni.
Çok sevdim biliyor musun koltuğunun yüzümde çıkardığı deseni.
Hiç görmesem de çok seviyorum dedeseni!

23 Temmuz 2010 Cuma

The Cranberry Saw Us




Her İngilizce hazırlık okumuş Türk genci gibi benim de çocukluk yıllarıma damgasını vurdu bu Kuzey İrlanda'nın soğuk ve gri havasından çıkma grup. İlk 2 gelişlerinde izleyememiştim ama 3. gelişlerini kaçırmadım. İyi ki de kaçırmamışım.

İlginç bir grup bu. Boyband'lerin hakim olduğu bir müzik endüstrisine inat, hatunun tekinin frontman'lik yaptığı ve o hatunun, grubun hemen her şeyi olduğu bir grup. Nedir bu her şey? Yazılan lirikler, yapılan besteler, ritim gitar, klavye... Diğer elemanları sevsem de, 20 küsür yıldır gruba ne kattıklarına dair somut bir şey yok aklıma gelen. Bir çok insanın The Cranberries dendiğinde, Dolores O'Riordon isminden başka ortaya sunacakları bir şeylerinin olmamasının nedeni de bu...

Müzikalitelerinin arkasında duramam. Zira bütün şarkıları 4 akordan ibaret ve tamamına yakını tek düzedir Cranberries'ın. Yüze yakın şarkılarında, bir kaç istisna dışında, bir tane gitar solosu yoktur. Yoktur ama 14 - 20 yaş arası bana yaşattıkları çok büyüktür bu elemanların. O yüzden severim. Çok severim. Pink Floyd, Led Zeppelin, Iron Maiden, şüphesiz ki çok kaliteli müzik yapmışlardır ama bana hissettirdikleri bir şey olmadığından, bi önemi yoktur bu grupların bende.

Öyle işte. Gittim. Animal Instinct'te hafif gözlerim doldu. Salvation'da hoplayıp zıpladım, When You're Gone'da burnuma ortaokul sıramdaki o janjanlı jackpot serisinin kokusu geldi.

Gecenin sonunda, arabada yine Animal Instinct dinlerken, şöyle bir kanıya vardım; herhangi bir olgunun, senin hayatında ne kadar yer tutacağını, onun kalitesi ya da niteliği belirlemiyor. O olgunun sana neler hissettirdiği, onunla geçirdiğin vakitteki paylaşımların belirliyor, onun senin hayatında nasıl bir ize sahip olacağını...

Konserden bir kaç not:

- Dolores ciddi kilo vermiş, Hogan kardeşler; Noel ve Michael iyi kilo almışlar.

- Dolores kötü giyinmeye devam ediyor. Ama sanki bu çirkinlik ona yakışıyor.

- Noel sandığımdan daha iyi bi gitaristmiş.

- Michael'ın ketum olduğunu biliyordum ama adam konserin başından sonuna tek bir ifadeyle bitirdi. Bir kere güleydin be adam.

- Dolores dans ederken kendini kaybediyor ve bu ona çok yakışıyor.

- Küçük Çiftlik Park'ta konser düzenlemeyin!















The Cranberries. Soft rock ezgileri, anlaşılabilir lirikleri,

20 Temmuz 2010 Salı

GEÇTİ



merbaha ben! bu gerçek ben. al çayını gel biraz konuşalım senle.

geçen hafta aşık olduğunu sandın ya hani sen. o şimdi şöyle... olay tamamen benim ibneliğim. acayip dokunulmayı özlemiştim ben. jeff hornacek'in yanağını düşün. emekli olduktan sonra ne kadar özlemiştir o yanak dokunulmayı. ha işte aynen o misal ben de, sen lera'dan ayrıldıktan sonra benzer bir boşluğa düştüm. e haliyle böyle içten dokunan biri olunca sana, salgılamamam gereken hormonları salgıladım. hahahaa siz insanların bu salak kavramlarına sığınmayı çok seviyorum! derken işler sana aksetti ve afalladın biraz. neyse durum bu kardeş. geç bir april fool vakası olarak bak ve kızma bana e mi?

o değil de, içimde acayip bir heyecan var askerlikliğinle ilgili. ya gidip, virtüöz olarak geleceksin, ya da birlikte öleceğiz. bilmiyorum. ilki daha ilginç geliyor. belki de cennet vardır ve aslında ilginç olan ikincisidir. onu da bilmiyorum. bilsem yazar mıyım zaten lan sikik!

"zor olanı seviyor insan her defa" diye aksak ritimli bir deniz seki şarkısı vardı. güzel götlü karılar dans ediyordu boş bir meyhanede. o meyhanede olmak istiyorum ben. ha, içiyomusun ki canın meyhane istiyor diyeceksin, haklısın. sustum.

bugün ben yazdım. çıkmama izin verdiğin için sağol. böyle ara ara ayağamın toprağa değmesine izin verirsen, bu ikimiz için de iyi olur. unutma, iki sınır ülkenin, dikenli telleriyiz, dokunsak kanar ellerimiz. ehehehee kızma lan şaka.

hadi, git biraz çalış.

15 Temmuz 2010 Perşembe

FAST LOVE



Çok garip sevdim seni ben. Yattık, kalktık... Kalkmasaydık keşke. Yani keşke sabaha çıkamasaydık demiyorum da, beraber uyuyunca birden, değişti işler. Çünkü çok güzel kızdı Lera. Çok sevmiştim. İnsan sevgilisine saygı duyar mı lan? Ben ona saygı duyuyordum. Gurur bile duydum. O gittiğinden beri kimseye insancıl duygularla dokunmadım. Çok hafif geldi tüm kadınlar. 2 yıldır tüm kadınları mastürbasyona alternatif birer canlı olarak gördüm. Sen de çok hafiftin gerçi. 50 kilo falandın. Filinta gibi. Çok hoşuma gitti vücudun.

Ne diyorduk? Ha işte ben. Yalnızlığın en büyük mutluluk olduğunu düşündüğüm o çöp dönemde, karşıma çıktın. Saftın, doğaldın, zekiydin, özgür kız modun doğuştan on'du falan. Bunları sevdim. Seni değil. Yok yok. Seni de sevdim diyeceğim ama, “2 günde insan nasıl sevilir”i sana anlatacak, seni ona inandıracak vaktim yok. Hem çok çalıştırıyor patron beni, hem de zaten 4 ay sonra gidiyorum. Ama bi şey diyeyim mi? Gerçekten çok iyi bir insanım ben. Ukalalık yapmıyorum ama seni annenden bile çok sevebilirdim. Ama olmadı.

Bi de güzel değilsin dedim ya, aslında çok güzelsin. Sadece iyi anlatamadım kendimi. Huyumdur. Dilimin abukluğu, hislerimin yoğunluğuyla doğru orantılıdır benim. Ha başörtü, kurban olduğum yaresulallahtan gelebilir amma lakin ki öyle değildir. E yorumlamam bu kadar. Hadi hayırlı işler.

30 Haziran 2010 Çarşamba

KOBİ TEMALI REKLAMDA KOBE BRYANT'I OYNATMAK



muhtemelen türk reklamcılığının zirvesi bu olur. (4 saliselik "var mı nazo gibisi" reklamı da dahil). bırakın türk reklamcılığını, bu olay dünya reklam litaretürüne geçer. global çapta milyonlarca lakers taraftarı, ilgili firmanın gönüllü müşterisi olur. video facebook'ta paylaşılıp, altına "burcucum çok güzel )))" diye yorumlar alır, hatta ve hatta adına gruplar bile açılır...

bir kobe manyağı olarak, ben de varımı yoğumu satıp, küçük bi şirket kurar, kobimle ilgili her bir haltı ilgili banka üzerinden yaparım. yaparım bunu. ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker krediyi kurarım kobimi. anlıyor musun? kurarım ve dönüp arkama bakmam bile.

şimdi bu güzide fikrimi, kobilerden çok şey bekleyen, reklam bütçesi sağlam, askerliğini yapmış, prezentabl bir bankaya satmak istiyorum.

ilgilenen bankalar bana buradan ulaşabilirler.

-

17 Haziran 2010 Perşembe

One Club Men




One club men... Yani kariyerini, futbola başladığı takımda noktalamış,
futbol hayatı boyunca tek bir klübün formasını giymiş adamlar.

Güzel adamlar bunlar... Çok özel adamlar... Maldini'den, Bülent'e,
hala aktif olan Scholes'dan, Baba Hakkı'ya...

Bu listede, Manchester United'dan 4 tane “aktif” adam var... Ne diyorduk? Endüstriyel futbol mu? İşte onun ben ta amına koyayım!

  • Tony Adams - Arsenal - 1983 - 2002 arası 19 sezon

  • Jean-Luc Ettori - Monaco - 1977 - 1994 arası 17 sezon

  • Franco Baresi - Milan - 1977 - 1997 arası 20 sezon

  • Müjdat Yetkiner - Fenerbahçe - 1980 - 1995 arası 15 sezon

  • Rıza Çalımbay - Beşiktaş - 1980 - 1996 arası tam 16 sezon

  • Joao Pinto - Porto - 1981 - 1997 arası 16 sezon

  • Paolo Maldini - Milan - 1984 - 2009 arası 25 sezon

  • Bülent Korkmaz - Galatasaray - 1987 - 2005 arası 18 sezon

  • Ryan Giggs - Man. United - 1990 - Aktif

  • Francesco Totti - Roma - 1992 - Aktif

  • Gary Neville - Man. United - 1992 - Aktif

  • Julen Guerrero - Athletic Bilbao - 1992 - 2006 arası 14 sezon

  • Oleksandr Shovkovskiy – Dinamo Kiev - 1993 - Aktif

  • Lars Ricken - B.Dortmund - 1993 - 2007 arası 14 sezon

  • Paul Scholes - Man. United - 1994 - Aktif

  • Raul - Real Madrid - 1994 - Aktif

  • Guti - Real Madrid - 1995 - Aktif

  • Jamie Carragher - Liverpool - 1996 - Aktif

  • Wes Brown - Man. United - 1996 - Aktif

  • Steven Gerrard - Liverpool - 1998 - Aktif

  • Francisco Yeste - Athletic Bilbao - 1999 - Aktif

  • Carles Puyol - Barcelona - 1999 - Aktif

16 Haziran 2010 Çarşamba

GRRRRRRRRRR



Eğer etrafınızda, iyi eğitim almış olmasına rağmen, hareketlerine anlam veremediğiniz bir kadın varsa, cinsel hayatı yolunda gitmiyordur. kendinize bir iyilik yapın ve bi erkek arkadaş bulun ona. işler yoluna gidecektir.

9 Haziran 2010 Çarşamba

...



ölmek için nasıl hiç bir zaman erken değilse, umursamıyorsa yaşını canını aldığı sabinin azrail, yaşamak için de hiç bir zaman geç değil...

selam ola 40 yaşında parkelere geri dönüp, 40 sayı atana... onca oscar ve ödüle rağmen 80'ininde hala film yapana... 94 yaşında, toplum hayatını değiştirmeye çalışana...

özgüven sizinki...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

25 Mayıs 2010 Salı

TÜRK İNSANI




kabotaj bayramı etkinliklerinin demirbaşı; "yağlı kazık üzerindeki bayrağı kapma" yarışmasının ardından, haber programlarının yıllık rutini haline gelen "maden ölümleri"ni, "kader" diye açıklayan bir adam tarafından yönetiliyoruz...

bu ülkede her 2 kişiden 1'i bu adama oy verdi...

siyaset ve koyun halk midemi bulandırıyor.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

ZALİMİN ZULMÜ



evet zalimin zulmü... solistin uzun bir es çekip, dinleyenlerin hep bir ağızdan götlerini yırtarcasına "sevenin allahı var" diye bağırdıkları, iğrenç fasıl gecelerinin demirbaşı, zalimin zulmü değil ama. bu başka zalimin zulmü...

fani dünyanin sefası bir kuru kavga imiş, gerceği ile insan olmak herşeyden ala imiş...

karaman'ın koyunu
sonra çıkar oyunu
ben artık seyredemem
devrilesi boyunu, devrilesi boyunu

zalimin zulmü varsa
mazlumun allahı var
ahım seni kör eder
vallahi billahi yar

at ölür meydan kalır
yiğit ölür şan kalır
kör olası dünyada vay
can gider zaman kalır

zalimin zulmü varsa
mazlumun allahı var
ahım seni kör eder vay
vallahı billahi yar

mahzuni bu rıhtıma
yanaşıyor son gemi
düşenin dostu olmaz vay
bunu unutma e mi

zalimin zulmu varsa ey
mazlumun allahı var
ahım seni kör eder vay
vallahı billahi yar


aşık mahzuni şerif... benim için halk edebiyatı bu adamdır. gerisi de yalandır.

18 Mayıs 2010 Salı

SYLAR



"When I was a kid ... I used to wish some stranger would come and tell me my family wasn't really my family. They weren't bad people, they were just ... insignificant. And I wanted to be different. Special. I wanted to change. A new name, a new life. The watchmaker's son ... became a watchmaker. It is so futile. And I wanted to be ... important."

"Çocukken... Hep bir yabancının gelip, ailemin, aslında gerçek ailem olmadığını söylemesini hayal ederdim... Kötü insan değillerdi, sadece... sadece sıradanlardı... Ben farklı olmak istiyordum. Özel olmak. Değişmek istiyordum. Yeni bir ad, yeni bir hayat... Saatçi'nin oğlu, saatçi oldu. Bu çok yavan geliyordu... Önemli olmak istiyordum ben..."

Sylar - Heroes

21 Nisan 2010 Çarşamba

JACKSON



June Carter Cash, Johnny Cash - 1963

Bir ateşle evlendik ki, biber kökü halt etmiş!
Jackson’ı konuşuyoruz, o ateş söndüğünden beri.
Jackson’a gidiyorum, ortalığı dağıtmaya,
Evet, Jackson’a gidiyorum ben, kolla kendini Jackson!

Git bakalım Jackson’a, git de harab et kendini.
Git göster kendini geveze herif, kanıtla enayiliğini!
Jackson’a gidiyormuş.. Hah! Önce saçını düzelt sen!
Tatlım, Jackson’ı dağıtıyorum ben!
Umrumdaydı sanki!

Estiğimde ben o şehirde, durup selam verir insanlar,
Bilmediklerini öğretmemi ister tüm o kadınlar.
Ben Jackson’a gidiyorum, hazırla çantamı.
Kuru bir elvedaydı, tek yaptığı!

Jackson’da sana sadece gülerler,
bense bir bira fıçısı üzerinde dans ediyor olacağım!
Boynunda tasman, bir köpek gibi şehri dolandırırlar,
Kuyruğun bacaklarının arasında!
Tabi git Jackson’a çenesi düşük herif.
Bekliyor olacağım seni Jackson’da, Japon hayranlarımla!

Evet öyle bir ateşle evlendik ki, biber kökü halt etmiş!
Ve o ateş söndüğünden beridir ki, Jackson der dururuz.
Gidiyorum ben Jackson’a, gerçek olan budur.
Evet gidiyoruz Jackson’a, bir daha da geri gelmiyoruz!

13 Nisan 2010 Salı

NOT JUST AN ORDINARY DAY



- get your ass outta bed!
- oha. ingilizce lan bu rüya!
- saat 4.
- pazardı di mi bugün.
- ice tea kalmamış.
- hadi ayıl markete git.
- önce biraz flashforward izleyeyim.
- e 4 bölüm oldu hala bi cacık yok bu dizide.
- amına koyim jj abrams. lost'un ekmeğini yiyosun ibne.
- ohoooo 8 olmuş. siktiret marketi, bakkala git.
- nba tv'de maç var mı acaba?
- abi ondan satmıyoruz biz.
- sana demiyorum lan, iç ses bu.
- içses mi? içelim abi her türlü.
- la yürü git.
- çekirdek almayı unuttum lan.
- neyse ki telegol var.
- gaga serhat, ziya kaptan, ahmet hoca, ayı gökmen ve dombili sinan.
- seviyorum lan sizi.
- 2 oldu, yatayım.
- 3 oldu, hırıl hırıl.
- çüş, 4 oldu.
- lan gelsene artık.
- allahu ekber allahu ekber!
- aha ezan okundu amına koyim!
- zombi gibi dolanacağım yarın!
- animal instinct daha güzel bence.
- ummmmmmm poğaça kokusu!
- gelmezsen gelme lan!
- çıkayım bari yataktan.
- biraz daha flashforward izleyeyim.
- oho, vuuuuuu, vayyyy, obarey!
- izledikçe güzelleşiyor mu ne.
- korkma, sönzme bu şafaaaak! haaa tappapaa paaa milletimiin istiklal!
- okullarda hala tören mi yapılıyor haftabaşlarında?
- yapılıyor nitekim.
- yavaştan giyineyim.
- hava güzel, yürümek istiyorum. metrobüsle gideyim.
- yol boyunca uyu.
- müzik kulağında inlesin.
- yanan gözlerine, beyninde çınlayan kirk riffleri eşlik etsin.
- göz kırpışların, lars'ın tommy'leriyle senkronize kapanıp dursun.
- simit!
- merhaba emre, miden ben! ben böyle asit salgılarken, simit senin neyine kuzum?
- guruldayanını gördüm de, mırıldayanını ilk defa görüyorum amına koyim.
- ajanstakilerden otlarım bi şeyler.
- kötü günün ilk güzel haberi; asansör zeminde!
- çayı bile istemiyor midem.
- saat daha 10!
- daha mı? zaten 10'da geldin!
- olsun.
- çalış.
- çalış..
- çalış...
- bi parça öğle yemeği.
- çalış.
- çalış..
- çalış...
- aha 6 oldu saat. hazırlan ayaklarım.
- "kalıyoruz çocuklar"!
- beyne giren mermi...
- direkt atsam kendimi camdan?
- git patron git. hayat sana güzel.
- biri ahmet kaya açsın da kendimize gelelim.
- çöplüklerde martılar ağlaya dursun, biz seninle gülüşelim.
- amerika ırak'ı vursun, biz sevişmeye devam edelim.
- bi şey diyeceğim; ahmet kaya çok güzel adam.
- 10:30 oldu saat.
- eve git 11:30.
- lan daha yarın 9:30'da toplantı var!
- grrrrr.
- evde olmak güzel.
- hiç de uykum yok, bi duş mu alsam mayıştırması için?
- eheheee şaka lan
- hadi ben uyuyo..
- maaake your own kindddd of musiiic. SIIIIGN YOOOUR OWWWN SPECIAAAL SOOONG!!!
- ertele.
- maaake your own kindddd of musiiic. SIIIIGN YOOOUR OWWWN SPECIAAAL SOOONG!!!
- ertele.
- maaake your own kindddd of musiiic. SIIIIGN YOOOUR OWWWN SPECIAAAL SOOONG!!!
- ertele.
- maaake your own kindddd of musiiic. SIIIIGN YOOOUR OWWWN SPECIAAAL SOOONG!!!
- ertele.
- ............... .
- .... ????
- ............... .
- alarm?
- ............... .
- ötsene olum!
- çocuk mu eğlendiriyoruz amına koyim!
- e ama toplantı? geç kaldım?
- çok da sikimdeydi.
- peki abi bağırma.

7 Nisan 2010 Çarşamba

SERGEN YALÇIN





Sergen Yalçın. İngilizler'in deyimiyle; "Sir" Gen... büyük futbolcuydu...

5 Nisan 2010 Pazartesi

SPORCU KADIN SAHADA GÜZEL

evet öyle. ben bu olağanüstü atletleri; makyajlı, fönlü, abiyeli, görünce bi irite oluyorum.

şöyle ki:



Yelena Isinbayeva




Serena Williams




Lisa Leslie





Katarzyna "Kasia" Skowrońska


yaaa işte böyle. ne işiniz var kuzum sizin incik boncukla? karizmanız yeter sizin...

PARANORMAL ACTIVITY



bu filmi yapanın da, çekenin de, satanın da amına koyim! hayatımdan 120 dakika çaldınız orospuçocukları!

be hey sanat gözünü siktiğimin kabızları! koca filmde, 2 sahne dışında bi aksiyon olmaz mı lan? ki o iki sahne de, ani ve yüksek volümlü ses efekleriyle sağlandı. siktirin gidin sokakta herhangi bir adamın arkasından "bööö" diye bağırın, bakın o da korkar. bu mu yani sinema? ha? bu mu lan?

tek başınıza izlemeyinmiş! amına kodumun çocukları sizi. 120 dakka erken ölürsünüz inşallah. dinimiz, amin!

2 Nisan 2010 Cuma

ANTİBİYOTİK



"bir antibiyotik, düzeldikten sonra değil, bittiği zaman bırakılır".

20 gün süren ve bi türlü bitmek bilmeyen bir grip macerasının ardından...

1 Nisan 2010 Perşembe

İŞTE GİDİYORUM



bu nasıl hapis tanrım..
sabah sabah bu ne hikmet, bu ne sis?
kalbime son mermiyi sıkmak
sana mi düştü ey güzel Paris?

Yusuf Hayaloğlu

30 Mart 2010 Salı

FREUD DİYE BİR ŞEY YOKTUR



sen beni öpersen belki de ben fransız olurum.
şehre inerim bir sinema yağmura çalar,
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür,
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihaplanır.
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi,
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin,
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin.

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur.
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek,
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim,
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak.

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim.
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma,
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün,
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.


Ah Muhsin Ünlü

29 Mart 2010 Pazartesi

PAZARTESİ



"dünyanın en uzun günü 21 Haziran'dır" deyu öğretirler ya çocuklara okullarda... onların hepsinin yalanını sikeyim ben.

dünyanın en uzun günü, herhangi bir Pazartesi'dir. ay, mevsim, farketmez. aksini iddia edeni 76 yerinden hunharca bıçaklarım. yanlış bilgi vermeyin çocuklara okullarda.

hayır o göt benim değil.

28 Mart 2010 Pazar

RUH



f.bahçeli yönetici: çek açık. ne kadar istediğini sen yaz metin.

kral: bizi sevenlere ihanet etmeyelim baba...

27 Mart 2010 Cumartesi

26 Mart 2010 Cuma

NATALIE PORTMAN




eğer bu hatun kişisi insansa, bizim etrafımızdaki kadınlar ne?

96 MTV EUROPE MUSIC AWARDS



bundan tam 14 yıl önce. metallica "load" u yeni release etmiş. metallica fanları isyanda! sokaklara dökülmüş, protesto yürüyüşleri falan yapıyorlar. zira four horsemen, kendi sound'ının tamamen dışına çıkıp "mama said", "bleeding me" gibi şarkılar yapmış ve de "muster of puppets"a, "sad but true"ya alışmış bünyelere; "nooluyo amına koyim bu metallica mı lan" dedirtmiş..

neyse. onca gürültü, patırtı, eleştiri, bok atmaya, falana filana rağmen,1996 mtv europe music awards'a, her yıl olduğu gibi, yine aday gösteriliyor bu insanüstü adamlar. dal tabi ki rock. pop olacak değil ya. o kadar da değil haha. sikerler adamı valla.

gece o sene ingiltere'de yapılıyor. klasik yağmurlu bir ingiliz sonbaharı. bizim elemanlar, törenden önce sahneye çıkıp bir kaç şarkı söyleyecek. mtv anasının gözü tabi, biliyor bu heriflerin bir manyaklık potansiyellerinin olduğunu dolayısıyla da programdan önce sahnede hangi şarkıları söyleyeceklerine dair bir anlaşma yapıyorlar. anlaşmaya göre; "load" albümünün çıkış şarkısı "king nothing" söylenecek. ekran başındaki izleyiciler ve stüdyodakiler keyifli bir gece yaşayacak, sonra da herkes mesut mutlu şekilde evlerine dağılacak..

neyse gece başlıyor. ön sıralar celebrity dolu. arkalarda ingiliz metallica fanları falan. sunucu lavuk sunumu yapıyor; "and nooow metallliiiiicaaaaaaaaaa" diye. james her zamanki o yavşak gülüşüyle giriyor sahneye. her şey olağan.. mikrofonu düzeltiyor, o meşhur tükürüğünü atıyor ve de gözlerini ön sıradaki sosyete/ünlü karması davetlilere diktikten sonra şarkıya başlıyor:

i got something to say (bir kelamım var ey dostlar)
i killed your baby today (bugün bebeğininizi katlettim)
and it doesn't matter much to me as long as it's dead ( ve öldüğü için, umrumda bile değil)

well i got something to say (daha bitmedi a canlar)
i raped your mother today (bugün annenenize tecavüz ettim)
and it doesn't matter much to me as long as she spread (ve ayrık! olduğu için umrumda bile değil)

herkes birbirine bakıyor.. napıyor bu deliler diye. zira metallica anlaşmayı bozuyor ve misfits adlı punk grubunun bu rahatsız şarkısını söylüyor. zoraki gülüşlerle durumdan keyif alıyormuşculuk oynuyor ön sıradakiler. arkadaki sağlam metallica fanları zevkten kudurmak üzre..

herkes, "metallica işte canım aykırılık yapacaklar normaldir bunlar" derken, asıl filmi kopartan şarkıya başlıyorlar:

-çeviri fazlasıyla serbest-

i've been here, i've been there (orada, burada.. görmediğim yer kalmadı)
i've been every fucking where (amına koydum dağların taşların, her yeri gördüm)
so what, so what? (nooldu yani, ne oldu amına koyim)
so what, so what, you boring little cunt! (ne, ne söyle bana seni sik kafalı)

well, i fucked a queen, i fucked fuck (bir kraliçe siktim, bir sik(!) siktim)
i've even sucked an old man's cock (yaşlı bir amcanınkini … -burayı ben bile yazamıyorum)
so what, so what? (nooldu yani, ne oldu amına koyim)
and i fucked a sheep,i fucked a goat (ve bir koyun siktim, bir de keçi –yuh! fanteziye bak-)

seyirci, sunucu, mtv, reji.. hepsi iptal.. mtv yayını kesemiyor zira yayın canlı! paşa paşa izlemek ve de izletmek zorunda kalıyorlar metallica'nın kendileriyle geçtiği bu taşşağı.

program bitiyor. ödülü smashing pumpkins denen popçulara veriyorlar. metallica olayın farkında. bu salak ödülün, bir öneminin olmadığının ve de asla adil olmadığının bilincinde. zira kimin patronlarla daha iyi ilişkisi varsa, kim mtv çağırdığında koşuyorsa, kısacası kim daha yavşaksa o alıyor bu tip ödülleri.

programdan sonra; "geceye gelenler o kadar bayıktı ki, onları uyandırmak istedik. sıkılmıştık! zaten bu tip bir şeyi yapabilmek için günlerdir birbirimizi gaza getirmeye çalışıyorduk" açıklamasını yapıyor grup...

metallica - büyüksünüz.
mtv müzik ödülleri - bi sikime yaramaz.

25 Mart 2010 Perşembe

THE "WHISKEY IN THE JAR" FRANCHISE



THIN LIZZY - Rest in Peace Phil Lynott

RICHARD ALPERT


RICHARD ALPERT 1867


RICHARD ALPERT 1954


RICHARD ALPERT 1956


RICHARD ALPERT 1973


RICHARD ALPERT 1980


RICHARD ALPERT 2000


RICHARD ALPERT 2006


- Richard'ı 12 yaşımdan beri tanıyorum. bir şey bilseydi, söylerdi.
- demek çocukluk arkadaşısınız.
- ben çocuktum. ama o değildi.

24 Mart 2010 Çarşamba

"FEER" BİR HAYAT



yoksa birden fazla siyah ceketin; çoksa, çoğalıyorsa gittiğin cenazeler yıllar geçtikçe. camiiden çıktığında yakandan alıp da cebine koyduğun rahmetlinin fotoğrafını ne yapacağını bilmiyorsan, sadece eş dost akraba değil; sevdiğin ama tanımadığın insanların da cenazesinde son bir veda ediyorsan; artıyor bu iğne delikleri. hani bazı kumaşlar tutmuyor da o delikleri, bazıları tutuyor işte. delik deşik oluyor siyah ceketin sol yakası. iğne deliklerine bakıp hangisi hangi cenazeden diye de çıkartamıyorsun anasını satayım.

ölüyorlar,
delik deşik oluyorsun,
hem siyah ceketin
hem de sen..

aslında alıntıları sevmem. ama ölümü ve cenaze törenlerini bundan daha iyi resmeden bir yazı daha görmedim. teşekkürler Aceto.